2. Bakara Suresi Mehmet Okuyan Kur’an Meal-Tefsir

1. Elif. Lâm. Mîm.[1]
2. O kitap (Kur'an); onda asla şüphe yoktur. Muttakîler[1] (duyarlı olanlar) için bir yol göstericidir.
3. Onlar gayba (bilinemeyenlere) inanır; namaz kılar ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden infak ederler (verirler).
4. Sana indirilene ve senden önce indiri­len(ler)e iman eder, ahiret gününe de kesin bir şekilde inanırlar.
5. İşte onlar Rableri tarafından doğru yol üzerindedir ve onlar kurtulanların ta kendileridir.[1]
6. Şüphesiz ki kâfir olanları uyarsan da uyarmasan da onlar için birdir, iman etmezler.[1]
7. (Bu nedenle) Allah onların kalplerini ve işitme (duyu)larını mühürlemiştir.[1] Gözlerinde de (manevi) perde vardır; onlar için büyük bir azap vardır.
8. İnsanlardan öylesi vardır ki asla inanmadıkları hâlde "Allah'a ve ahiret gününe inandık." derler.
9. Onlar Allah'ı ve müminleri (güya) aldatırlar.[1] (Oysa) onlar kendilerinden başkasını aldatamazlar ve (bunun) farkına da varmazlar.
10. Kalplerinde bir hastalık[1] vardır. Allah da (bu nedenlerle) onların hastalığını artırmıştır. Yalanlamaları sebebiyle onlar için elem verici bir azap vardır.[2]
11. Onlara "Yeryüzünde bozgunculuk çıkarmayın!" dendiği zaman, "Biz ancak ıslah edicileriz." derler.
12. Dikkat edin! Onlar bozguncuların ta kendileridir fakat farkına varmazlar.
13. Onlara "(Şu) insanların iman ettiği gibi siz de iman edin." dendiği zaman "Biz hiç (o) beyinsizlerin iman ettiği gibi iman eder miyiz!" derler. Dikkat edin! Beyinsizler sadece kendileridir fakat (bunu bile) bilmezler.
14. (Bu münafıklar) müminlerle karşılaştıklarında "(Biz de) iman ettik." derler.[1] Şeytanları (kafadarları) ile baş başa kaldıklarındaysa "Biz sizinle beraberiz; biz onlarla (müminlerle) sadece alay ediyoruz." derler.
15. (Oysa) Allah onlarla alay eder;[1] (fakat) onlara fırsat vermektedir. Azgınlıkları içinde bocalayıp durmaktadırlar.[2]
16. İşte onlar hidayet karşılığında sapkınlığı satın alanlardır.[1] Onların (bu) ticareti kazançlı olmamış ve kendileri de doğru yola girmemiştir.[2]
17. Onların (münafıkların) durumu, (karanlıkta) ateş tutuşturan kişi gibidir. (Ateş), etrafını aydınlattığında Allah onların aydınlığını hemen giderir ve onları karanlıklar içinde bırakır; (hiçbir şey) göremezler.[1]
18. (Bu gibiler) sağırdır, dilsizdir, kördürler;[1] onlar (gerçeğe) dönmezler.
19. Veya (onların durumu) gökten boşanan, içinde karanlıklar, gök gürültüsü ve şimşek bulunan sağanağa (tutulmuş kişilerin durumu) gibidir. Onlar (münafıklar), yıldırımlardan kaynaklanan ölüm korkusuyla parmaklarını kulaklarına tıkarlar. Allah kâfirleri çepeçevre kuşatandır.
20. (O esnada) şimşek, neredeyse gözlerini alacakmış (gibi çakar). (Şimşek) onlar için (etrafı) aydınlatınca orada (birazcık) yürürler; üzerlerine karanlık çökünce de oldukları yerde kala kalırlar. Allah dileseydi elbette onların işitme (duyu)larını ve gözlerini giderirdi. Şüphesiz ki Allah her şeye gücü yetendir.
21. Ey insanlar! Sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabbinize kulluk ediniz! Umulur ki böylece takvâlı[1] (duyarlı) olursunuz.
22. O (Allah) ki yeri sizin için bir döşek, göğü de bir bina (güçlü bir tavan) yapmıştır. Gökten su indirip onunla size rızık olarak (çeşitli) meyveler çıkarmıştır. Artık (bu gerçeği) bilerek Allah'a ortaklar koşmayın!
23. Kulumuza indirdiklerimizden şüphe içindeyseniz, onun (Kur'an'ın) benzeri herhangi bir sure getirin![1] Doğruysanız Allah'tan başka şahitlerinizi (yardımcılarınızı) da çağırın!
24. (Bunu) yapamazsanız -ki asla yapamayacaksınız-, yakıtı insanlar ve taş olan, kâfirler için hazırlanmış (olacak) ateşten korunun![1]
25. İman edip iyi işler yapanlara, altlarından ırmaklar akan cennetler olduğunu müjdele! Oradan (cennetlerdeki) herhangi bir meyveden kendilerine her ne zaman rızık verilirse, "Bu, bize daha önce verilmişti." demiş (olacaklar)dır. Bu (rızık)lar onlara (dünyadakine) benzer olarak verilecektir.[1] Onlar için orada (cennetlerde) tertemiz eşler[2] de vardır ve onlar orada ebedî[3] kalıcıdır.
26. Şüphesiz ki Allah (gerçeği açıklamak için) sivrisinek ve onun da ötesinde herhangi bir varlığı örnek vermekten çekinmez.[1] İman edenler bunun (örneklerin) Rablerinden (gelen) bir gerçek olduğunu bilirler. Kâfir olanlar ise "Allah böyle örnek vermekle ne kastetmiştir ki?" derler. (Allah) onunla birçoğunu saptırır; birçoğunu da doğru yola ulaştırır. (Allah) bununla (verdiği örneklerle zaten) yoldan çıkmış olanlardan başkasını saptırmaz.[2]
27. Allah'a verdikleri sözü sözleştikten sonra bozanlar,[1] Allah'ın birleştirilmesini (gözetilmesini) emrettiği şeyleri kesenler (terk edenler) ve yeryüzünde bozgunculuk çıkaranlar var ya, işte onlar kaybedenlerin ta kendileridir.
28. Siz ölü (cansız)ken size hayat veren Allah'ı nasıl oluyor da inkâr ediyorsunuz! Sonra sizi öldürecek, sonra sizi (tekrar) diriltecek ve sonunda yalnızca O'na döndürüleceksiniz.[1]
29. O, yerde ne varsa hepsini sizin için yaratmıştır. Sonra göğe yönelmiş, onu yedi kat[1] olarak (yaratıp) düzenlemiştir. O her şeyi bilendir.[2]
30. Hani Rabbin meleklere "Ben yeryüzünde bir halife (sorumlu) görevlendireceğim"[1] demişti. Onlar "Biz seni hamdinle (övgüyle) tesbih ediyor (yüceltiyor) ve kutsallıkla anıyorken,[2] yeryüzünde bozgunculuk çıkarmakta ve kan dökmekte olanı (insanı) mı halife görevlendiriyorsun?" demişlerdi. (Allah da onlara): "Şüphesiz ki sizin bilemeyeceğiniz şeyleri ben bilirim." demişti.
31. (Allah) Âdem'e bütün isimleri öğretmiş, sonra onları meleklere yöneltip "Doğruysanız şunların isimlerini bana bildirin." demişti.
32. (Melekler): "Sen yücesin; bize öğrettiklerinden başka bilgimiz yoktur. Yalnızca sen bilensin; doğru hüküm verensin." demişlerdi.
33. (Allah:) "Ey Âdem! Onların (eşyanın) isimlerini onlara (meleklere) bildir." demiş, (Âdem) isimlerini kendilerine bildirince "Ben size, şüphesiz ki göklerin ve yerin gaybını (bilinemeyenini) bilirim; açıkladıklarınızı da gizlemiş olduklarınızı da bilirim' dememiş miydim?" demişti.
34. Hani meleklere "Âdem için (Allah'a) secde edin." demiştik; onlar da hemen secde etmişti. İblis hariç.[1] Yüz çevirmiş, kibirlenmiş, kâfirlerden olmuştu.
35. Şöyle demiştik: "Ey Âdem! Sen ve eşin şu bahçeye[1] yerleşip, dilediğiniz yerden bolca yiyin! Şu ağaca yaklaşmayın; yoksa kaybedenlerden olursunuz."
36. (Ağaçtan yiyince) Şeytan onları(n ayaklarını) kaydırıp bulundukları yerden onları çıkarmıştı (çıkarılmalarına sebep olmuştu). (Bunun üzerine) "Bir kısmınız diğerine düşman olarak inin![1] Sizin için yeryüzünde (bahçe dışında) belirli bir süre kalma ve geçim imkânları vardır." demiştik.
37. Âdem, Rabbinden birtakım (öğretici) sözler almıştı[1] ve (Rabbi de) tevbesini kabul etmişti. Şüphesiz ki yalnızca O, tevbeleri çok kabul edendir, çok merhametlidir.
38. (Onlara) şöyle demiştik: "Hepiniz oradan (o bahçeden) inin![1] Benden size bir hidayet gelir de kim hidayetime uyarsa onlar için herhangi bir korku yoktur ve onlar üzülmeyecek de.[2]
39. İnkâr edip ayetlerimizi yalanlayanlara gelince, onlar ateş halkıdır; onlar orada ebedî kalıcıdır."[1]
40. Ey İsrailoğulları! Size vermiş olduğum nimet(ler)imi hatırlayın! Bana verdiğiniz sözü yerine getirin ki ben de size vadettiklerimi vereyim. Yalnızca benden korkun![1]
41. Elinizdekini (Tevrat'ın aslını) doğrulayıcı olarak indirdiğime (Kur'an'a) iman edin! Sakın onu inkâr eden(ler)in öncüsü olmayın! Ayetlerimi az bir değer karşılığında satmayın! Yalnız bana karşı takvâlı (duyarlı) olun!
42. Bilerek gerçeği batılla karıştırmayın, gerçeği gizlemeyin![1]
43. Namazı kılın, zekâtı verin; boyun eğenlerle birlikte boyun eğin!
44. (Ey İsrailoğulları)! Kitab'ı (Tevrat'ı) tilavet ettiğiniz (okuyup aktardığınız) hâlde kendinizi unutup iyiliği (başka) insanlara mı emrediyorsunuz![1] Akıl etmiyor musunuz?
45. Sabır ve salât[1] (fedakârlık) ile (Allah'tan) yardım isteyin! Şüphesiz ki o (sabır ve fedakârlık), saygı duyanlar dışındakilere ağır gelir.
46. Onlar, Rablerine kavuşacaklarına ve O'na döneceklerine kesin olarak iman eden kişilerdir.
47. Ey İsrailoğulları! Size vermiş olduğum nimet(ler)imi ve sizi (bir zamanlar) âlemlere (inançsızlara)[1] üstün kıldığımı hatırlayın!
48. Öyle bir güne karşı takvâlı (duyarlı) olun ki (o gün) kimse, kimseden hiçbir şey gideremez; onlardan şefaat kabul edilmez;[1] kendilerinden fidye alınmaz;[2]onlara yardım da edilmez.[3]
49. Hani sizi işkencenin en kötüsüne süren ve oğullarınızı kestirip, kadınlarınızı sağ bırakmakta olan Firavun ailesinden kurtarmıştık. İşte bunda (size anlatılanlarda), Rabbinizden büyük bir imtihan vardır.[1]
50. Hani biz sizin için denizi yarmıştık; sizi kurtarmış, Firavun'un ailesini (destekçilerini) de siz bakıyorken (denizde) boğmuştuk.
51. Hani (kendisine vahyetmek üzere) Musa ile kırk gece için sözleşmiştik.[1] Sonra onun ardından, zalimler olarak buzağıyı (ilah) edinmiştiniz.[2]
52. Sonra onun ardından şükredersiniz diye sizi affetmiştik.
53. Hani doğru yolu bulasınız diye Musa'ya Kitabı ve furkânı[1] (doğruyu yanlıştan ayırma yeteneği) vermiştik.
54. Hani Musa kavmine şöyle demişti: "Ey kavmim! Şüphesiz ki siz, buzağıyı (ilah) edinmekle kendinize haksızlık ettiniz. Onun için, Yaratıcınıza[1] tevbe edin de nefsinizi (kötü duygularınızı) öldürün! Böyle yapmanız Yaratıcınız katında sizin için hayırlı olandır. Böylece Allah tevbenizi kabul etmiş olur. Şüphesiz ki yalnızca O, tevbeleri çok kabul edendir, çok merhametlidir."
55. Hani "Ey Musa! Biz Allah'ı açıkça görünceye kadar sana asla inanmayız." demiştiniz de bakıyorken sizi yıldırım yakalamıştı (çarpmıştı).
56. Sonra (manevi)[1] ölümünüzün ardından, şükredesiniz diye sizi (Vahiy ile) diriltmiştik.
57. Sizi bulutla gölgelendirmiş, size kudret helvası ile bıldırcın eti indirmiş (vermiş),[1] "Size rızık olarak verdiğimiz temiz şeylerden yiyin!" (demiştik). (Emirlerimizi dinlememekle) onlar bize zulmetmemişlerdi; ancak kendilerine yazık etmişlerdi.[2]
58. Hani (İsrailoğulları'na) şöyle demiştik: "Şu şehre girip (yerleşin); onun (nimetlerinden) dilediğiniz gibi bolca yiyip (yararlanın)![1] Kapıdan eğilerek (saygıyla) girin ve "Hıttah! (Bizi bağışla!)"[2] deyin ki sizin için hatalarınızı bağışlayalım. Güzel davrananların (ödülünü) ileride daha da artıracağız."
59. (İçlerinden bazı) zalimler, kendilerinden (söylemeleri) istenen sözü başka bir sözle değiştirmişlerdi. Biz de yoldan çıkmaları nedeniyle üzerlerine gökten bir azap göndermiştik.[1]
60. Hani Musa, kavmi için su isteyince (ona) "Asanla taşa vur!"[1] demiştik. Hemen ondan on iki pınar fışkırmıştı. Her kabile de elbette içeceği yeri bilmişti. (Onlara şöyle demiştik:) "Allah'ın (yarattığı) rızkından yiyin, için! Yeryüzünde bozguncular olarak karışıklık çıkarmayın!"[2]
61. Hani siz (verilen nimetlere karşılık) şöyle demiştiniz: "Ey Musa! Tek (çeşit) yemeğe sabredemeyiz. Bizim için Rabbine dua et de yerin yetiştirdiği şeylerden; sebzesinden, salatalığından (acurundan), sarımsağından, mercimeğinden ve soğanından bize çıkarsın (lütfetsin)!" (Musa ise) "Daha iyiyi daha düşük ile değiştirmek mi istiyorsunuz? Şehre inin; şüphesiz ki istedikleriniz sizin için (orada) var!" demişti. (Bundan sonra) üzerlerine alçaklık ve çaresizlik damgası vurulmuş ve Allah'ın gazabına uğramışlardı. Bunun sebebi, Allah'ın ayetlerini inkâr etmeleri ve haksız olarak peygamberleri öldürmeleriydi. Bütün bunlar, isyana devam etmeleri ve haddi aşmış olmaları sebebiyledir.[1]
62. Şüphesiz ki iman edenler, yahudi olanlar, sabiiler[1] ve hristiyanlar(dan) kim Allah'a ve ahiret gününe iman edip iyi işler yaparsa, onlar için Rableri katında ödül(ler)i vardır. Onlara herhangi bir korku yoktur; onlar üzülmeyecek de.[2]
63. Hani sizden sağlam bir söz almış, üzerinize (Sînâ)[1] Dağı(nı âdeta) kaldırmıştık. (Onlara) "Size verdiğimizi (Kitabı) kuvvetle alın (ona sıkıca tutunun)[2] ve içinde olanı hatırlayın ki takvâlı olabilesiniz." (demiştik).
64. Ondan sonra sözünüzden dönmüştünüz. Allah'ın iyiliği ve merhameti sizin üzerinize olmasaydı, şüphesiz ki zarara uğrayanlardan olurdunuz.
65. İçinizden cumartesi günü (avlanma yasağını)[1] çiğneyenleri ve bu yüzden kendilerine "Aşağılık maymunlar (gibi) olun!"[2] dediğimizi elbette bilmektesiniz.
66. Bunu öndekilere (onları görenlere) ve arkalarındakilere (ibretlik) bir ceza, muttakîler (duyarlı olanlar) için de bir öğüt kılmıştık.
67. Hani Musa, kavmine "Şüphesiz ki Allah herhangi bir inek[1] kesmenizi emrediyor." demişti. (Onlar) "Bizimle alay mı ediyorsun?" deyince, o da "Cahillerden olmaktan Allah'a sığınırım." demişti.
68. (Onlar) "Bizim adımıza Rabbine dua et de onun (özelliklerinin) ne olduğunu bize açıklasın." (Musa da) "Allah diyor ki o, ne yaşlı ne de körpe, ikisi arasında bir inektir. Size emredileni hemen yapın." demişti.
69. (Onlar) "Bizim adımıza Rabbine dua et; bize onun renginin nasıl olduğunu açıklasın." demişlerdi. (Musa da) "Allah diyor ki o, bakanlara huzur veren parlak sarı renkli bir inektir." demişti.
70. (Onlar) "Bizim adımıza Rabbine dua et de onun (özelliklerinin) ne olduğunu bize açıklasın; (nasıl) bir inek (keseceğimizi iyice) karıştırdık.[1] inşallah biz emredileni yapma yolunu buluruz." demişlerdi.
71. (Musa da) "Allah diyor ki o, henüz boyunduruk altına alınmayan, toprak sürmeyen, ekin sulamayan, serbest dolaşan, renginde hiç alacası bulunmayan bir inektir." demişti. (Bunun üzerine onlar) "İşte şimdi gerçeği getirdin (tam olarak açıkladın)!" cevabını vermişler ve hemen (onu bulup) kesmişlerdi ama neredeyse yapamayacaklardı.
72. Hani siz bir kişiyi öldürmüştünüz de onun hakkında birbirinizle atışmıştınız. (Oysa) Allah gizlemekte olduğunuzu (ortaya) çıkarıcıdır.
73. "Şimdi ona (öldürülen kişiye, kesilen ineğin) bir parçasıyla vurun." demiştik. Böylece Allah ölüleri diriltir ve akıl edesiniz diye size delillerini gösterir.
74. Bunlardan sonra kalpleriniz (yine) katılaşmıştı. Artık onlar (kalpleriniz) taş gibi hatta daha da katıdır.[1] Şüphesiz ki taşlardan öylesi var ki içinden ırmaklar fışkırır. Öylesi de var ki yarılır da ondan su çıkar. Bir kısmı da Allah'a saygı nedeniyle (yukardan aşağı) iner.[2] Allah yapmakta olduklarınızdan asla habersiz değildir.
75. Onların (kitap ehlinin) size inanacaklarını mı umuyorsunuz! Oysa onlardan bir grup, Allah'ın kelamını duyarlar da iyice anladıktan sonra bilerek onu tahrif ederler(di).[1]
76. (Bunlar) müminlerle karşılaştıkları zaman "(Biz de) iman ettik." derler.[1] Birbirleriyle baş başa kaldıklarında "Allah'ın size açtıklarını (Tevrat'taki bilgileri), Rabbiniz katında aleyhinize delil getirmeleri için mi onlara anlatıyorsunuz? (Bunları) akıl etmiyor musunuz?" derler.
77. Bilmezler mi ki Allah şüphesiz ki onların gizlediklerini de açıkladıklarını da bilmektedir.[1]
78. İçlerinde birtakım ümmiler[1] vardır ki kuruntular dışında Kitab'ı (Tevrat'ı) bilmezler. Onlar zandan başka bir şeyde bulunmuyorlar.
79. Kitab'ı (Tevrat'ı) kendi elleriyle yazıp sonra onu az bir bedel karşılığında satmak için "Bu, Allah katındandır." diyenlere yazıklar olsun! Elleriyle yazdıkları nedeniyle onların vay hâllerine! Kazandıkları nedeniyle onların vay hâllerine!
80. (Kitap ehlinden bazıları) "Sayılı birkaç gün hariç, bize ateş dokunmayacaktır." demişlerdi.[1] (Onlara) de ki: "Siz Allah katından bir söz mü aldınız -ki Allah asla sözünden caymaz-[2] yoksa Allah hakkında bilmediğiniz şeyleri mi söylüyorsunuz?"
81. Hayır! Kim bir kötülük işler de kötülüğü kendisini çepeçevre kuşatırsa, işte o kişiler ateş halkıdır. Onlar orada ebedî kalacaklardır.
82. İman edip iyi işler yapanlara gelince onlar cennet halkıdır. Onlar da orada ebedî kalacaklardır.
83. Hani biz, İsrailoğulları'ndan "Allah'tan başkasına kulluk etmeyeceksiniz; ana babaya güzel davranacaksınız;[1] yakınlara, yetimlere ve yoksullara (iyilik yapacaksınız)" diye söz almıştık. İnsanlara güzel söz söyleyin; namazı kılın ve zekâtı verin![2] Sonunda azınız hariç, yüz çevirerek dönüp gitmiştiniz.
84. Hani birbirinizin kanlarını dökmeyeceğinize, birbirinizi yurtlarınızdan çıkarmayacağınıza dair sizden söz almıştık. Sonunda siz de şahit olarak (bunları) kabul etmiştiniz.[1]
85. Ardından siz öyle kimselersiniz ki birbirinizi öldürüyor, aranızdan bir grubu yurtlarından çıkarıyor, günahta ve düşmanlıkta onlara karşı birbirinize arka çıkıyorsunuz. Onları yurtlarından çıkarmak size haram olduğu hâlde (hem çıkarıyor hem de) size esirler olarak geldiklerinde fidye veri(p onları kurtarı)yorsunuz.[1]Yoksa siz Kitab'ın (Tevrat'ın) bir kısmına inanıp bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz?[2] Böyle davrananlarınızın cezası, dünya hayatında rezillikten başka nedir ki! Kıyamet gününde ise en şiddetli azaba çarptırılacaklardır. Allah yapmakta olduklarınızdan asla habersiz değildir.
86. İşte onlar, ahirete karşılık dünya hayatını satın alanlardır. (Bu yüzden) azapları hafifletilmeyecek[1] ve kendilerine yardım edilmeyecektir.
87. Yemin olsun ki biz Musa'ya Kitabı vermiştik. Ondan sonra birbiri ardınca elçiler göndermiştik. Meryem oğlu İsa'ya da apaçık deliller vermiş, onu Kutsal Ruh (Cebrail) ile desteklemiştik.[1] Nefislerinizin arzulamadığı şeyleri söyleyen bir elçi size her geldiğinde ona karşı kibirlenmiştiniz. (Elçilerden) bir kısmını yalanlıyor; bir kısmını öldürüyordunuz.[2]
88. (Yahudiler) "Kalplerimiz perdelidir." demişlerdi. Hayır! Küfür ve inkârları sebebiyle Allah onlara lanet etmiştir. Ne kadar da azı inanır![1]
89. Daha önce kâfirlere karşı zafer isterlerken, kendilerine Allah katından ellerindeki (Tevrat'ı) doğrulayan bir kitap (Kur'an) ulaşıp da (Tevrat'tan) bildikleri gerçekler kendilerine gelince onu inkâr etmişlerdi. (İşte) Allah'ın laneti böylesi kâfirlerin (üzerine)dir.
90. Allah'ın, kullarından dilediğine (peygamberlik) vermesini kıskandıkları için Allah'ın indirdiğini (Kur'an'ı) inkâr ederek kendilerini (alçak bir şeye) satmaları ne kötü bir şeydir! Böylece onlar, gazap üstüne gazaba uğramışlardı. Ayrıca o kâfirler için küçük düşürücü bir azap vardır.
91. Kendilerine "Allah'ın indirdiğine iman edin!" denince, "Biz sadece bize indirilene (Tevrat'a) inanırız." derler ve ondan başkasını inkâr ederler. (Oysa) o (Kur'an), kendilerinde bulunanı (Tevrat'ın aslını) doğrulayıcı gerçektir. (Onlara) de ki: "Siz inanıyor idiyseniz daha önce Allah'ın peygamberlerini neden öldürüyordunuz?"
92. Yemin olsun ki Musa, size apaçık deliller[1] getirmişti. Sonra onun ardından, zalimler olarak buzağıyı (ilah) edinmiştiniz.[2]
93. Hani sizden sağlam bir söz almış, üzerinize (Sînâ)[1] Dağı(nı âdeta) kaldırmıştık.[2] (Onlara) "Size verdiğimizi kuvvetle alın (ona sıkıca tutunun);[3] (ondaki gerçekleri) dinleyin!" (demiştik). Onlar ise "İşittik ve isyan ettik." demişlerdi. İnkârları sebebiyle kalplerine buzağı(ya tapma sevgisi) içirilmişti[4] (doldurulmuştu). De ki: "(Böyle) inanıyorsanız, inancınız size ne kötü şeyler emrediyor!"
94. (Onlara) de ki: "Ahiret yurdu Allah katında diğer insanlara değil de yalnızca size aitse (ve bu konuda) doğruysanız ölümü isteyin (bakalım)!"
95. Onlar, kendi elleriyle önceden yaptıkları işler (günahlar) sebebiyle ölümü asla istemeyecektir. Allah zalimleri iyi bilendir.[1]
96. Şüphesiz ki sen onları insanların (dünya) hayatına en düşkünü olarak bulursun; hatta şirk koşanlardan bile. Her biri bin sene[1] yaşatılmak ister. Oysa (o kadar) yaşatılması (kimseyi) azaptan asla uzaklaştırmaz. Allah yapmakta olduklarını görendir.
97. De ki: "Kim Cebrail'e düşmansa (şunu iyi bilsin ki), Allah'ın izniyle onu (Kur'an'ı) senin kalbine,[1] kendisinden önce gelen (kitapların aslını) doğrulayıcı, bir rehber ve müminler için bir müjde olarak o indirmiştir.[2]
98. Kim Allah'a, meleklerine, elçilerine, Cebrail'e ve Mikail'e[1] düşman olursa, (bilsin ki) Allah da kâfirlerin düşmanıdır."[2]
99. Yemin olsun ki sana apaçık ayetler indirdik. Onları yoldan çıkanlardan başkası inkâr etmez.
100. Ne zaman onlar (Allah'a) bir söz vermişlerse, içlerinden bir grup onu bozmadı mı? Gerçekte onların çoğu iman etmez.
101. Allah tarafından kendilerine, beraberlerindekini doğrulayıcı bir elçi gelince, kitap ehlinden bir grup, sanki Allah'ın kitabını bilmiyormuş gibi onu arkalarına attılar.[1]
102. Onlar, Süleyman'ın hükümdarlığı hakkında şeytanların (uydurup) söylediklerine uymuşlardı. (Oysa) Süleyman, (büyü yapıp) kâfir olmamıştı. Ancak şeytan (ruhlu insan)lar kâfir olmuşlardı. (Çünkü) onlar, insanlara büyü ve Babil'de Harut ile Marut isimli iki hükümdara[1] indirileni öğretiyorlardı. (O iki hükümdar): "Biz sadece bir imtihanız; sakın kâfir olmayın!" demeden kimseye (bir şey) öğretmezlerdi. Onlar, o ikisinden (Harut ile Marut'tan), kişi ile eşinin arasını açacak şeyleri öğreniyorlardı. Oysa onlar (büyücüler), Allah'ın izni olmadan kimseye zarar veremezler(di). Onlar ise, kendilerine zarar veren ve yarar sağlamayan şeyleri öğreniyorlardı. Yemin olsun ki (büyüyü) satın alanların ahiretten payı olmadığını çok iyi bilmektelerdi. Karşılığında kendilerini sattıkları şey ne kötüdür! Keşke bunu bilselerdi!
103. İman edip takvâlı (duyarlı) olsalardı, şüphesiz ki Allah tarafından verilecek ödül hayırlı olacaktı. Keşke bunu bilselerdi!
104. Ey iman edenler! ‘Râ‘inâ!'[1] (bize çobanlık et) demeyin, ‘Unzurnâ!' (bizi gözet) deyin ve (söylenenleri) dinleyin! kâfirler için elem verici bir azap vardır.
105. Kitap ehlinden ve müşriklerden nankörlük yapanlar, Rabbinizden size herhangi bir iyilik indirilmesini istemezler. Allah rahmetini[1] dilediğine (layık olana) verir. Allah büyük lütuf sahibidir.[2]
106. Biz bir ayetten[1] her neyi nesh[2]eder veya unutturursak daha iyisini veya benzerini getiririz. Bilmez misin ki Allah her şeye gücü yetendir.
107. Göklerin ve yerin otoritesinin yalnızca Allah'a ait olduğunu bilmez misin? Sizin için Allah'a rağmen dost da yardımcı da yoktur.
108. Yoksa siz de daha önce Musa'ya sorulduğu gibi[1] elçinize sorular mı sormak istiyorsunuz? Kim küfrü imana değişirse, elbette doğru yoldan sapmış olur.
109. Kitap ehlinden çoğu, gerçek kendilerine apaçık belli olduktan sonra, içlerindeki kıskançlıktan ötürü, sizi imanınızdan vazgeçirip küfre döndürmek istediler.[1] (Yine de) siz Allah onlar hakkındaki emrini getirinceye kadar (onları) affedin; hoşgörün![2] Şüphesiz ki Allah her şeye gücü yetendir.
110. Namazı kılın, zekâtı verin! Kendiniz için (önceden) ne tür bir iyilik sunarsanız, Allah katında onu bulacaksınız.[1] Şüphesiz ki Allah yapmakta olduklarınızı görendir.
111. (Kitap ehli:) "Yahudi olanlar veya hristiyanlar hariç kimse asla cennete giremeyecek." demişlerdi.[1] İşte şu (iddiaları), kendi kuruntularıdır. De ki: "Doğruysanız delilinizi getirin!"
112. Aksine kim güzel davranarak yüzünü (benliğini) Allah'a teslim ederse, onun ödülü Rabbinin katındadır. Onlara herhangi bir korku yoktur; onlar üzülmeyecek de.[1]
113. Kitabı (Tevrat ve İncil'i) tilavet etmekte (okuyup aktarmakta) oldukları hâlde, yahudiler "Hristiyanlar, herhangi bir şey üzerinde (doğru yolda) değildir." demişlerdi. Hristiyanlar da "Yahudiler, herhangi bir şey üzerinde (doğru yolda) değildir." demişlerdi. (Kitabı) bilmeyenler de (birbirleri hakkında) tıpkı onların dediklerini söylemişlerdi. Allah, onların anlaşmazlığa düştükleri şey hakkında kıyamet günü aralarında hüküm verecektir.[1]
114. Allah'ın mescitlerinde O'nun adının anılmasına engel olan ve onların (mescitlerin) harap olması için çalışandan daha zalim kim olabilir ki! Onların oralara ancak korkarak girebilmeleri gerekir. Onlar için dünyada rezillik vardır; onlar için ahirette de büyük bir azap vardır.
115. Doğu da Batı da yalnızca Allah'a aittir. Nereye dönerseniz Allah'ın yüzü (rızası) oradadır.[1] Şüphesiz ki Allah (imkânları) geniş olandır, bilendir.
116. Onlar "Allah çocuk edindi." dediler. (Haşa)! O yücedir. Aksine göklerde ve yerde olanların hepsi, yalnızca O'na (Allah'a) aittir; hepsi yalnızca O'na boyun eğenlerdir.
117. (O), göklerin ve yerin yoktan yaratıcısıdır.[1] Bir işe hükmettiği zaman ona sadece "Ol!" der; o da hemen olmaya başlar.[2]
118. (Gerçekleri) bilmeyenler şöyle demişlerdi: "Allah bizimle konuşmalı veya bize bir delil gelmeli değil miydi?" Öncekiler de tıpkı onların dediklerini demişlerdi. Kalpleri (akılları nasıl da) birbirine benzedi! Kesin bir şekilde inananlara ayetleri elbette apaçık ortaya koyduk.[1]
119. Şüphesiz ki biz seni bir amaç ile müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik. Sen cehennem halkından sorumlu tutulmayacaksın.
120. Milletlerine (dinlerine) uyuncaya kadar yahudiler de hristiyanlar da senden asla razı olmayacaklardır. De ki: "Şüphesiz ki Allah'ın rehberliği, gerçek rehberliktir."[1] Sana gelen bilgiden sonra onların arzularına uyarsan, Allah'tan (gelecek azaba karşı) senin için herhangi bir dost ve yardımcı olmayacaktır.
121. Kendilerine kitap verdiklerimiz(den bazısı) onu, tam olarak (hakkını gözeterek) tilavet ederler (okuyup aktarırlar). (Çünkü) onlar, ona iman ederler. Onu inkâr edenlere gelince, işte asıl kaybedenler onlardır.
122. Ey İsrailoğulları! Size verdiğim nimet(ler)imi ve sizi (bir zamanlar) âlemlere (inançsızlara)[1]üstün kıldığımı hatırlayın![2]
123. Öyle bir güne karşı takvâlı (duyarlı) olun ki (o gün) kimse kimseden hiçbir şey gideremez; kimseden fidye kabul edilmez;[1] kimseye şefaat yarar sağlamaz;[2]onlara yardım da edilmez.[3]
124. Hani Rabbi, İbrahim'i birtakım sözlerle sınamıştı; o da onları tam olarak yerine getirmişti. (Allah): "Ben seni insanlara önder yapacağım." demişti. (İbrahim) "Soyumdan da (önderler yap, ya Rabbi)!" deyince, (Allah) "Sözüm zalimlere ermez (onlar için söz vermem)." demişti.
125. Hani Evi (Kâbe'yi) insanlara toplanma yeri ve güven (mekânı) kılmıştık. Siz de İbrahim'in makamından bir namaz yeri edinin! İbrahim'e ve İsmail'e "Tavaf edenler, ibadete kapananlar, rükû ve secde edenler için Evimi temiz tutun!" diye emretmiştik.[1]
126. Hani İbrahim de demişti ki: "Rabbim! Burayı güvenli bir şehir yap; halkından Allah'a ve ahiret gününe inananları çeşitli meyvelerle rızıklandır!"[1] (Allah da) şöyle demişti: "Kim inkâr ederse onu az bir süre yararlandırır, sonra onu cehennem azabına sürüklerim.[2] Ne kötü varış yeridir (orası)!"[3]
127. Hani İbrahim ve İsmail, o Ev'in (Kâbe'nin) temellerini yükseltiyor (ve şöyle dua ediyorlardı:) "Rabbimiz! Bunu bizden kabul et! Şüphesiz ki yalnızca sen duyansın; bilensin.[1]
128. Rabbimiz! Bizi sana boyun eğenler(den) kıl; neslimizden de boyun eğen bir ümmet (kıl)![1] Bize ibadet usullerimizi göster; tevbemizi kabul et! Şüphesiz ki yalnızca sen tevbeleri çok kabul edensin; çok merhametlisin.
129. Rabbimiz! Onlara, içlerinden senin ayetlerini kendilerine tilavet edecek (okuyup aktaracak), onlara Kitap ve hikmeti (doğru hüküm verme yeteneğini) öğretecek,[1] onları arındıracak bir elçi gönder![2] Şüphesiz ki yalnızca sen güçlü olansın; doğru hüküm verensin."
130. Kendini bilmezlerden başka kim İbrahim'in dininden yüz çevirir ki! Yemin olsun ki biz onu dünyada (elçi) seçmiştik; şüphesiz ki o, ahirette de iyilerden (olacak)tır.
131. Hani Rabbi ona "Teslim ol!" demişti; o da "Âlemlerin Rabbine teslim oldum." cevabını vermişti.[1]
132. İbrahim bunu kendi oğullarına da vasiyet etmişti. Yakup da "Ey yavrularım! Allah sizin için bu dini (İslam'ı) seçti. Sadece müslümanlar olarak ölün!" (demişti).[1]
133. Yakup'a ölüm geldiği zaman siz orada mıydınız yoksa! O zaman (Yakup), oğullarına "Benden sonra neye (kime) kulluk edeceksiniz?" demişti. Onlar da: "Senin ve ataların İbrahim, İsmail ve İshak'ın ilahı olan tek Allah'a kulluk edeceğiz; biz yalnızca O'na teslim olmuşuzdur." demişlerdi.
134. Onlar bir ümmetti, elbette gelip geçti(ler). Onların kazandıkları kendilerinin, sizin kazandıklarınız sizindir.[1] Siz onların yaptıklarından sorguya çekilmezsiniz.[2]
135. (Kitap ehli olanlar:) "Yahudi veya hristiyan olun ki doğru yolu bulasınız." demişlerdi. De ki: "Hayır! (Biz), hanîf (Allah'ı birleyen) olarak İbrahim'in milletine (dinine uyarız).[1] O, müşriklerden değildi."
136. (Onlara) şöyle deyin: "Biz Allah'a, bize indirilene; İbrahim'e, İsmail'e, İshak'a, Yakup'a ve (onların) torunlar(ın)a indirilene; Rableri tarafından Musa'ya ve İsa'ya verilenlere, (ayrıca) diğer peygamberlere verilenlere inandık. Onlardan hiçbiri arasında fark gözetmeyiz.[1] Biz yalnızca O'na (Allah'a) teslim olanlarız."[2]
137. Onlar da sizin inandığınız gibi inanırlarsa doğru yolu bulmuş olurlar.[1] Dönerlerse, yalnızca anlaşmazlık içine düşmüş olurlar. Onlara karşı Allah sana yeter.[2] O, duyandır, bilendir.
138. Allah'ın boyası[1] (ile boyanın)! Allah'ın boyasından daha güzel boyası olan kimmiş! Biz yalnızca O'na kulluk edicileriz.
139. De ki: "O, bizim de Rabbimiz, sizin de Rabbiniz olduğu hâlde Allah hakkında bizimle tartışıyor musunuz? Bizim yaptıklarımız bize, sizin yaptıklarınız da size aittir. Biz yalnızca O'na gönülden bağlananlarız."
140. Yoksa siz İbrahim, İsmail, İshak, Yakup ve (onların) torunlar(ın)ın yahudi veya hristiyan olduklarını mı söylüyorsunuz! De ki: "Siz mi daha iyi bilirsiniz, yoksa Allah mı?" Allah tarafından kendisine (bildirilmiş) bir şahitliği gizleyenden daha zalim kim olabilir ki![1] Allah yaptıklarınızdan asla habersiz değildir.
141. Onlar bir ümmetti, elbette gelip geçti(ler). Onların kazandıkları kendilerinin, sizin kazandıklarınız sizindir. Siz onların yaptıklarından sorguya çekilmezsiniz.[1]
142. İnsanlardan bazı beyinsizler "Yönelmekte oldukları kıblelerinden onları (Müslümanları) çeviren nedir?" diyecekler.[1] De ki: "Doğu da Batı da yalnızca Allah'a aittir. Dileyeni (layık gördüğünü) doğru yola ulaştırır."
143. İşte böylece sizin insanlığa şahitler olmanız, Elçinin de size şahit olması için[1] sizi dengeli[2] bir ümmet kıldık. Senin üzerinde bulunduğun (kıble edindiğin Kâbe'yi) biz ancak Elçi'ye uyanı, topukları üzerinde geri dönenden bil(dir)memiz (ortaya çıkarmamız)[3] için kıble yaptık. Bu, Allah'ın doğru yola ulaştırdıklarından başkasına elbette ağır gelir. Allah sizin imanınızı asla boşa çıkaracak değildir. Şüphesiz ki Allah insanlara karşı çok şefkatlidir, çok merhametlidir.
144. Yüzünü göğe çevirişini (haber beklediğini) elbette görüyoruz.[1] Elbette seni memnun olacağın bir kıbleye döndürüyoruz. Yüzünü Mescid-i Haram tarafına çevir! Siz de nerede olursanız olun, (namazda) yüzlerinizi onun tarafına çevirin! Şüphesiz ki kendilerine kitap verilmiş olanlar, onun Rablerinden (gelen) gerçek olduğunu bilirler. Allah onların yaptıklarından habersiz değildir.
145. Şüphesiz ki kendilerine kitap verilmiş olanlara her türlü delili getirsen de onlar kıblene dönmezler. Sen onların kıblesine asla uyacak değilsin. Onlar da birbirlerinin kıblesine uymazlar. Sana gelen bilgiden sonra onların arzularına uyacak olursan, işte o zaman zalimlerden olursun.
146. Kendilerine kitap verdiklerimiz onu (kıbleyi) kendi çocuklarını tanıdıkları gibi tanırlar.[1] Şüphesiz ki onlardan bir grup, bilerek hakikati gizlemektedir.
147. Gerçek olan, Rabbinden (gelen)dir. Sakın şüphelenenlerden olma![1]
148. Herkesin O'nun (Allah'ın yönlendirmesiyle) yöneldiği bir yönü vardır. Siz iyiliklerde yarışın! Nerede olursanız olun, Allah hepinizi bir araya getirecektir. Şüphesiz ki Allah her şeye gücü yetendir.
149. Nereden (yola) çıkarsan çık, (namazda) yüzünü Mescid-i Haram tarafına çevir! Şüphesiz ki bu (emir), Rabbinden (sana gelen bir gerçek)tir. Allah yapmakta olduklarınızdan asla habersiz değildir.
150. Nereden (yola) çıkarsan çık, (namazda) yüzünü Mescid-i Haram tarafına çevir! Siz de nerede olursanız olun, (namazda) yüzlerinizi onun tarafına çevirin ki aralarından haksızlık edenler (inatçılar) hariç, insanların aleyhinizde (kullanabilecekleri) bir delili bulunmasın! Sakın onlardan korkmayın! Yalnız bana saygı duyun! Böylece size olan nimetimi tamamlayayım da doğru yolu bulasınız.
151. Nitekim size kendi içinizden, ayetlerimizi tilavet eden (okuyup aktaran), sizi (kötülüklerden) arındıran, size Kitabı ve hikmeti (doğru hüküm verme yeteneğini) bildiren, bilmediklerinizi size öğreten bir elçi gönderdik.[1]
152. Siz beni (ibadetle) hatırlayın ki ben de sizi (bağışlama ile) anayım. Benim için şükredin; bana nankörlük etmeyin!
153. Ey iman edenler![1] Sabır ve salât[2] (fedakârlık) ile (Allah'tan) yardım isteyin! Şüphesiz ki Allah sabredenlerle beraberdir.
154. Allah yolunda öldürülenlere ‘ölüler' demeyin! Aslında onlar diridir ancak siz anlayamazsınız.[1]
155. Şüphesiz ki sizi biraz korku ve açlık; (ayrıca) mallardan, canlardan ve ürünlerden azaltma (fakirlik) ile imtihan edeceğiz. Sabredenleri müjdele![1]
156. Onlar (sabredenler), kendilerine bir musibet geldiği zaman "Biz Allah'a aidiz ve biz elbette yalnızca O'na döneceğiz"[1]derler.
157. İşte Rablerinden salavat (destekler) ve merhamet hep onların üzerinedir; doğru yolu bulanlar da onlardır.
158. Şüphesiz ki Safa ile Merve[1] Allah'ın sembollerindendir. Kim Ev'i (Kâbe'yi) hacceder veya umre yaparsa, o ikisini (Safa ve Merve'yi) tavaf etmesinde[2] kendisine herhangi bir vebal yoktur. Kim gönüllü olarak bir iyilik yaparsa, şüphesiz ki Allah şükre çok karşılık verendir, bilendir.
159. Kitapta insanlara açıkça gösterdikten sonra indirdiğimiz apaçık delilleri ve hidayeti gizleyenlere hem Allah hem de bütün lanet ediciler lanet eder.[1]
160. Ancak tevbe edip kendilerini düzeltenler[1] ve (gerçeği) açıkça ortaya koyanlar başkadır. Ben onların tevbelerini kabul ederim. Ben tevbeleri çok kabul edenim; çok merhametli olanım.
161. Şüphesiz ki kâfir olanlar ve kâfir olarak[1] ölenlere gelince,[2] işte Allah'ın, meleklerin ve bütün insanların laneti onların üzerinedir.
162. Onlar orada (lanet içinde) ebedî kalıcıdır. Azapları hafifletilmez[1] ve onlara bakılmaz.[2]
163. İlahınız tek bir ilahtır. O'ndan başka ilah yoktur. Merhametin kaynağıdır, merhametlidir.
164. Şüphesiz ki göklerin ve yerin yaratılmasında,[1] gecenin ve gündüzün değişmesinde (birbiri peşine gelişinde),[2] insanlara yarar sağlayan şeylerle (yüklü olarak) denizde yüzüp giden gemilerde, Allah'ın gökten indirip de kendisi sebebiyle ölümünden sonra toprağı canlandırdığı ve orada (yeryüzünde) her çeşit canlıyı yaydığı suda, rüzgârları ve gökle yer arasında emre hazır bulutları yönlendirmesinde akıl eden bir toplum için dersler vardır.[3]
165. İnsanlardan bazıları, Allah'ın peşi sıra ortaklar edinir de onları Allah'ı sever gibi severler.[1] İman edenlerin Allah'a olan sevgileri ise (onlarınkinden) çok daha fazladır.[2] Keşke zalimler azabı gördükleri zaman (anlayacakları gibi) bütün kudretin yalnızca Allah'a ait olduğunu ve Allah'ın azabının çok şiddetli olduğunu (önceden) gör(üp anlayabil)selerdi!
166. İşte o zaman (görecekler ki) kendilerine uyulanlar, (onlara) uyanlardan uzaklaşmıştır ve (her iki taraf da) azabı görmüş, sonunda aralarındaki bağlar kopmuştur.
167. (Kötülere) uyanlar şöyle demiş (olacaklar)dır: "Keşke bir kez daha (dünyaya dönmemiz) mümkün olsaydı[1] da şimdi onların bizden uzaklaştıkları gibi biz de onlardan uzaklaşsaydık!" Böylece Allah pişmanlık duydukları işleri kendilerine gösterecektir. Onlar asla ateşten çıkamazlar.[2]
168. Ey insanlar! Yeryüzünde bulunanların temiz (ve) helal olanlarından yiyin![1] Şeytanın adımlarını izlemeyin![2] Şüphesiz ki o, sizin için apaçık bir düşmandır.
169. O, size ancak kötülüğü, çirkinliği ve Allah hakkında bilmediğiniz şeyleri söylemenizi emreder.
170. Onlara (müşriklere) "Allah'ın indirdiğine uyun!" dendiği zaman, onlar "Hayır! Biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz[1] (yol)a uyarız." dediler.[2] Ataları hiçbir şey akıl etmemiş, doğruyu bulamamış olsalar da mı?
171. Kâfir olanların durumu, (çobanın) bağırıp çağırmasından başka bir şey duymayanın durumuna benzer. Onlar (gerçeğe karşı) sağırdır, dilsizdir, kördür;[1] onlar akıl da etmezler.
172. Ey iman edenler! Size verdiğimiz rızıkların temiz olanlarından yiyin![1] Yalnız O'na ibadet ediyorsanız Allah'a şükredin![2]
173. Şüphesiz ki (Allah) size leşi, kanı, domuz etini ve Allah'tan başkası adına kesilen (hayvan)ı haram kılmıştır.[1] (Ancak) azgınlık yapmayacak ve sınırı aşmayacak şekilde kim (bunlardan yemek) zorunda kalırsa, (bilsin ki) ona herhangi bir vebal yoktur. Şüphesiz ki Allah çok bağışlayandır, çok merhametlidir.
174. Allah'ın indirdiği kitaptakileri gizleyip[1] onu az bir değer karşılığında satanlar (var ya), işte onlar karınlarında ateşten başka bir şey yemeyenlerdir. Kıyamet günü Allah onlara konuşmayacak ve onları temize çıkarmayacaktır. Onlar için elem verici bir azap vardır.[2]
175. Onlar hidayet karşılığında sapkınlığı, bağışlanma karşılığında da azabı satın alanlardır. Ateşe karşı ne kadar dayanıklıdırlar![1]
176. Onun (azabın) sebebi, Allah'ın, kitabı bir amaç ile indirmiş olmasıdır. (Buna rağmen) kitap hakkında ayrılığa düşenler, elbette derin bir anlaşmazlığın içindedir.
177. (Gerçek) iyilik, yüzlerinizi doğu ve(ya) batı tarafına çevirmeniz değildir. Gerçek iyilik, kişinin Allah'a, ahiret gününe, meleklere, Kitaba ve peygamberlere inanmasıdır. (Allah'ın rızasını gözeterek) yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışa, (yardım) isteyenlere ve kölelere sevdiği maldan harcamasıdır. (Ayrıca) namazı kılması, zekâtı vermesidir. (Bunlar) antlaşma yaptığı zaman sözlerini yerine getirenlerdir. (Dahası), sıkıntı, hastalık ve savaş zamanlarında sabredenlerdir. Doğru olanlar işte bunlardır! Muttakîler (duyarlı olanlar) da işte bunlardır![1]
178. Ey iman edenler! Öldürülenler hakkında kısas[1] size farz kılındı:[2] Hür kişiye karşılık bizzat o hür kişi, köleye karşılık bizzat o köle, kadına karşılık da bizzat o kadın. Kimin cezası, kardeşi (öldürülenin velisi) tarafından bir şey (karşılığı) bağışlanırsa, artık (taraflar) hakkaniyete uymalı ve (öldüren kişi gereken diyeti) ona (öldürdüğünün yakınlarına) güzellikle ödemelidir. Bu (söylenenler), Rabbinizden bir hafifletme ve merhamettir. Kim bundan sonra haddi aşarsa onun için elem verici bir azap vardır.
179. Ey öz akıl sahipleri! kısasta sizin için hayat vardır. Umulur ki takvâlı (duyarlı) olursunuz.
180. Birinize ölüm geldiği zaman, bir hayır (mal) bırakacaksa ana babaya ve yakınlara uygun bir biçimde vasiyet etmek, muttakîler (duyarlı olanlar) üzerinde bir borç olarak farz kılınmıştır.[1]
181. Kim duyduktan sonra onu (vasiyeti) değiştirirse, günahı sadece onu değiştirenedir. Şüphesiz ki Allah duyandır, bilendir.
182. Kim vasiyet edenin haksızlığa veya günaha yönelmesinden endişe eder de (ilgililerin) arasını bulursa kendisine herhangi bir günah yoktur. Şüphesiz ki Allah çok bağışlayandır, çok merhametlidir.
183. Ey iman edenler! Oruç, sizden öncekilere farz kılındığı gibi takvâya (duyarlılığa) ulaşasınız diye size de farz kılındı.[1]
184. (Oruç size) sayılı günlerde olmak üzere (farz kılındı). İçinizden kim hasta veya yolcu olursa, (tutamadığı gün sayısı kadar) diğer günlerden o sayı(yı tamamlasın). Oruç tutmaya zar zor güçleri yetenlerin ise[1] bir fakiri doyuracak kadar fidye (vermesi) gerekir. Kim gönüllü olarak iyilik yaparsa, bu kendisi için daha hayırlıdır. Bilirseniz (zorluğa rağmen) oruç tutmanız sizin için daha hayırlıdır.
185. Ramazan ayı, insanlara yol gösterici, bir rehber ve doğruyu yanlıştan ayırmanın apaçık delilleri olarak Kur'an'ın indirildiği aydır. Sizden o bir aylık süreye ulaşanlar onu (o ayı) oruç tutsun! (İçinizden) kim hasta veya yolcu olursa, (tutamadığı gün sayısı kadar) diğer günlerden o sayı(yı tamamlasın). Allah sizin için kolaylık ister; zorluk istemez.[1] (Bütün bunlar), sayıyı tamamlamanız ve size doğru yolu göstermesine karşılık Allah'ı yüceltmeniz ve şükretmeniz içindir.
186. Kullarım sana, beni sorduğunda (de ki): "Ben (kendilerine) çok yakınım.[1] Bana dua ettiği zaman, dua edenin çağrısına cevap veririm.[2] (Kullarım) benim davetime uysunlar[3] ve bana inansınlar ki doğru yolu bulabilsinler!"
187. Oruç gecesinde kadınlarınıza yaklaşmak size helal kılındı. Onlar sizin için elbise (örtü), siz de onlar için elbisesiniz (örtüsünüz).[1] Allah sizin kendinize kötülük ettiğinizi bilmektedir; (bu nedenledir ki) tevbenizi kabul edip sizi bağışladı. Artık onlara (hanımlarınıza) yaklaşın ve Allah'ın sizin için yazdıklarını (neslinizi) isteyin! Tan yerinin beyaz ipliği (aydınlığı), (gecenin) siyah ipliğinden[2] (karanlığından) size göre (tamamen) ayırt edilinceye kadar yiyin, için; sonra da geceye kadar orucu tamamlayın![3] Mescitlerde itikâftayken[4] onlara (hanımlara cinsel olarak) yaklaşmayın! İşte şu(nlar), Allah'ın (koyduğu) sınırlarıdır; sakın bunlara yaklaşmayın! Allah takvâya (duyarlılığa) ulaşsınlar diye ayetlerini insanlara işte böyle açıklıyor.
188. Mallarınızı aranızda batıl sebep(ler)le yemeyin![1] Bilerek insanların mallarından bir kısmını haram yollardan yemeniz için onları (malları) hakimlere (rüşvet olarak) vermeyin![2]
189. Sana, hilallerden (ayın hâllerinden) soruyorlar. De ki: "Onlar, insanlar ve (özellikle) hac için vakit ölçüleridir. İyilik, asla evlere arkalarından gel(ip gir)meniz değildir.[1]Ancak iyilik, takvâlı (duyarlı) olan kişi(nin davranışı)dır. Evlere kapılarından giriniz! Allah'a karşı takvâlı (duyarlı) olun! Umulur ki kurtulursunuz."
190. Size karşı savaşanlarla siz de Allah yolunda savaşın! Sakın aşırı(ya) gitmeyin (saldırmayın)! Şüphesiz ki Allah aşırıları (saldıranları) sevmez.[1]
191. Onları (size karşı savaşmakta olanları) yakaladığınız yerde öldürün! Sizi çıkardıkları yerden siz de onları çıkarın! Fitne (zulüm ve işkence), (insan) öldürmekten daha şiddetli (bir kötülük)tür. Mescid-i Haram'da onlar sizinle savaşıncaya kadar siz de onlarla savaşmayın! Onlar size karşı savaş açarlarsa siz de onları öldürün! İşte kâfirlerin cezası böyledir.
192. Onlar (savaştan ve inkârdan) vazgeçerlerse, şüphesiz ki Allah çok bağışlayandır, çok merhametlidir.
193. Fitne (zulüm ve işkence) kalmayıncaya ve kulluk da yalnızca Allah'a oluncaya kadar onlarla (saldıranlarla) savaşın! Vazgeçerlerse zalimlerden başkasına düşmanlık yoktur.[1]
194. Haram ay(lar)[1] haram ay(lar)a karşılıktır. Dokunulmazlıklar da karşılıklıdır. Kim size saldırırsa siz de onun size saldırması gibi (ona misilleme olacak kadar) saldırın! Allah'a karşı takvâlı (duyarlı) olun! Bilin ki Allah muttakîlerle (duyarlı olanlarla) beraberdir.
195. Allah yolunda infak edin (verin)! (Bunu yapmayarak) kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın! Her türlü iyiliği yapın! Şüphesiz ki Allah güzel davrananları sever.
196. Allah için haccı ve umreyi tam yapın! (Bunlardan) alıkonulursanız kolayınıza gelen kurbanı (gönderip kestirin)! Kurban, yerine varıncaya kadar başlarınızı (saçınızı) tıraş etmeyin! Sizden kim hasta olursa veya başından bir rahatsızlığı varsa, oruç veya sadaka veya kurban olmak üzere fidye (vermesi) gerekir. Güvende olduğunuz zaman kim hacca (hac günlerine) kadar umre ile yararlanmak isterse, kolayına gelen bir kurban (kesmesi gerekir). (Kurban kesmeye) imkân bulamayan kişi, hac günlerinde üç gün, (memleketine) döndüğü zaman yedi (gün) olmak üzere oruç tutar ki hepsi tam on (gün)dür. İşte şu (hüküm), ailesi Mescid-i Haram civarında oturmayanlar içindir. Allah'a karşı takvâlı (duyarlı) olun! Bilin ki Allah, cezası şiddetli olandır.
197. Hac, bilinen aylar(da)dır.[1] Kim o aylarda haccederse (ihrama girerse), hac esnasında kadına yaklaşmak, günah sayılan davranışlara yönelmek ve kavga etmek yoktur. Ne iyilik yaparsanız Allah onu bilir. Azık edinin! Şüphesiz ki azığın en hayırlısı, takvâ (duyarlılık)tır. Ey öz akıl sahipleri! Bana karşı duyarlı olun![2]
198. (Hac mevsiminde ticaret yaparak) Rabbinizden gelecek bir kazancı aramanızda size herhangi bir vebal yoktur. Arafat'tan (sel gibi) aktığınızda Meş‘ar-i Haram'da (Müzdelife'de) Allah'ı hatırlayın ve O'nu size ilettiği şekilde hatırlayın! Şüphesiz ki siz daha önce sapkınlardandınız.
199. Sonra, insanların (sel gibi) aktığı yerden siz de akın![1] Allah'tan bağışlanma dileyin![2] Şüphesiz ki Allah çok bağışlayandır, çok merhametlidir.
200. Hac ibadetlerinizi bitirince, babalarınızı andığınız gibi, hatta[1] ondan daha da güçlü bir şekilde Allah'ı hatırlayın! İnsanlardan öylesi var ki "Rabbimiz! Bize (vereceğini) dünyada ver." der. Böylesinin ahirette hiçbir payı yoktur.
201. Onlardan bir kısmı da "Rabbimiz! Bize dünyada da iyilik ver; ahirette de iyilik ver![1]Bizi cehennem azabından koru!" diye dua eder.
202. İşte onlar için kazandıklarından bir pay vardır. Allah, hesabı hızlı olandır.
203. Sayılı günlerde[1] Allah'ı hatırlayın![2] Takvâlı (duyarlı) olmak isteyenler için kim iki gün içinde acele edip (Mina'dan Mekke'ye) dönmek isterse ona herhangi bir günah yoktur. (Dönüşü) geciktirenler için de herhangi bir günah yoktur. Allah'a karşı takvâlı (duyarlı) olun ve bilin ki hepiniz yalnızca O'nun huzurunda toplanacaksınız.
204. İnsanlardan öylesi vardır ki dünya hayatı hakkında söyledikleri hoşuna gider; kalbinde olana da Allah'ı şahit tutar. O hasımların en yamanıdır.
205. O dönüp gittiğinde (veya bir yetki sahibi olduğunda) yeryüzünde bozgunculuk çıkarmak, ekinleri ve nesli yok etmek (bozmak) için çalışır. Allah bozgunculuğu sevmez.
206. Böylesine "Allah'a karşı takvâlı (duyarlı) ol!" denince, gurur(u) kendisini günaha sevk eder. (Ceza olarak) ona cehennem yeter. O ne kötü bir yataktır!
207. İnsanlardan öylesi de var ki Allah'ın rızasını kazanmak için kendini (servetini) satar (feda eder). Allah kullara çok şefkatlidir.[1]
208. Ey iman edenler! Hep birden barışa girin! Şeytanın adımlarını izlemeyin![1] Şüphesiz ki o, sizin için apaçık bir düşmandır.
209. Size (hakikate dair) apaçık deliller geldikten sonra (barıştan) sapar, (şeytanın adımlarını izler)seniz, iyi bilin ki Allah güçlüdür, doğru hüküm verendir.[1]
210. Onlar, buluttan gölgeler içinde Allah'ın (azap kararının) ve meleklerinin gelmesi ile (hükmün verilip) işin bitirilmesinden başka bir şey mi bekliyorlar![1] Bütün işler yalnızca Allah'a döndürülecektir.
211. İsrailoğulları'na sor ki kendilerine apaçık nice ayet (mucize) vermiştik. Kim kendisine (deliller) geldikten sonra Allah'ın nimetini (ayetlerini) değiştirirse, şüphesiz ki Allah'ın azabı şiddetlidir.
212. Kâfir olanlar için dünya hayatı cazip kılındı. Onlar, bazı müminlerle alay ederlerdi.[1](İman edip) takvâlı (duyarlı) olanlar, kıyamet gününde onların üzerinde (olacak)tır. Allah dilediğine (layık olana) hesapsız rızık verir.
213. İnsanlar tek bir ümmetti.[1]Allah müjdeleyiciler ve uyarıcılar olarak peygamberleri göndermiştir.[2] Anlaşmazlığa düştükleri konularda insanlar arasında hükmü vermesi için Kitabı bir amaç doğrultusunda indirmiştir.[3] Ancak (kitap) verilenler, kendilerine apaçık deliller geldikten sonra aralarındaki kıskançlık nedeniyle (dinde) anlaşmazlığa düşmüşlerdi.[4] (Bunun üzerine) Allah iman edenlere, üzerinde çelişkiye düştükleri gerçeği, buyruğuyla göstermiştir. Allah dileyeni (layık gördüğünü) doğru yola ulaştırır.[5]
214. Yoksa siz, sizden önce gelip geçenlerin başına gelenlerin benzeri size de gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız![1] Yoksulluk ve sıkıntı onlara öylesine dokunmuş ve (öylesine) sarsılmışlardı ki sonunda (her) elçi ve beraberindeki müminler, "Allah'ın yardımı ne zaman?" demişlerdi.[2] Dikkat edin! Allah'ın yardımı yakındır.
215. Sana nereye (kime) infak edeceklerini soruyorlar. De ki: "infak edeceğiniz her bir şey, ana baba, yakınlar, yetimler, yoksullar ve yolcular için olmalıdır. Her ne iyilik yaparsanız şüphesiz ki Allah onu bilendir."
216. Sizin için hoş olmasa da (size saldıran kâfirlere karşı) savaş size farz kılındı. Sizin için daha hayırlı olduğu hâlde bir şeyi sevmemeniz mümkündür. Sizin için daha kötü olduğu hâlde bir şeyi sevmeniz de mümkündür. Allah bilir, siz bilmezsiniz.
217. Sana haram ay(lar)ı,[1] yani onda savaşmayı soruyorlar. De ki: "Onda savaşmak büyük (bir günah)tır. (İnsanları) Allah yolundan çevirmek, O'nu ve Mescid-i Haram'ın (saygınlığını) inkâr etmek ve (Mekke'nin müslüman) halkını oradan çıkarmak ise Allah katında daha büyük (günah)tır. Fitne (zulüm ve işkence), öldürmekten daha şiddetli (bir kötülük)tür.[2] Güçleri yeterse onlar, dininizden döndürünceye kadar size karşı savaşa devam ederler. Sizden kim dininden döner[3] ve kâfir olarak ölürse,[4] onların işleri dünyada da ahirette de silinir (boşa gider). Onlar ateş halkıdır ve orada ebedî kalıcıdır."
218. Şüphesiz ki iman edenler, hicret edenler ve Allah yolunda cihad edenler (fedakârlık yapanlar) var ya, işte bunlar Allah'ın merhametini umabilirler. Allah çok bağışlayandır, çok merhametlidir.
219. Sana içki ve kumardan soruyorlar. De ki: "Her ikisinde de büyük bir günah (haram)[1] ve insanlar için birtakım çıkarlar vardır. Her ikisinin (de) günahı çıkarından daha büyüktür." Sana neyi infak edeceklerini soruyorlar. De ki: "Vazgeçilebileni."[2] Allah düşünesiniz diye ayetleri size işte böyle açıklıyor.
220. (Bu açıklamalar) dünya ve ahiret hakkındadır. Sana yetimler hakkında soruyorlar. De ki: "Onları(n durumunu) düzeltmek, (yüzüstü bırakmaktan) hayırlıdır. Onlarla birlikte yaşıyorsanız, (unutmayın ki) onlar, sizin kardeşlerinizdir. Allah işleri bozanı düzeltenden (ayırmayı) bilir. Allah dileseydi sizi de sıkıntıya sokardı. Şüphesiz ki Allah güçlüdür, doğru hüküm verendir."[1]
221. Müşrik kadınlarla, (onlar) iman edinceye kadar evlenmeyin! İmanlı bir cariye, -hoşunuza gitse de- müşrik bir kadından elbette daha hayırlıdır. İman edinceye kadar müşrik erkekleri de (kızlarınızla) evlendirmeyin! İnanmış bir köle, -hoşunuza gitse de- müşrik bir (kişi)den elbette daha hayırlıdır.[1] Onlar (müşrikler), ateşe çağırır. Allah ise buyruğu ile cennete ve bağışlanmaya çağırır. (Allah gerçeği) hatırlasınlar diye ayetlerini insanlara açıklıyor.
222. Sana kadınların âdet hâlini soruyorlar. De ki: "O, bir sıkıntıdır. (Bu sebeple) adet hâlinde kadınlardan (cinsel olarak) uzak durun! Temizleninceye kadar onlara (cinsel olarak) yaklaşmayın![1] Temizlendiklerinde (kan akışı durunca) Allah'ın size emrettiği yerden onlara varın (yaklaşın)! Şüphesiz ki Allah tevbe edenleri de temizlenenleri de sever."
223. Kadınlarınız sizin için bir tarladır.[1] Tarlanıza nasıl dilerseniz öyle varın! Kendiniz için (ileriye) hazırlık yapın! Allah'a karşı takvâlı (duyarlı) olun! Bilin ki şüphesiz siz O'na kavuşacaksınız. Müminleri (büyük ödülle) müjdele!
224. Yeminlerinizden dolayı iyilik etmenize, O'na karşı takvâlı (duyarlı) olmanıza ve insanların arasını düzeltmenize Allah'ı engel kılmayın![1] Allah duyandır, bilendir.
225. Allah yeminlerinizdeki boş sözlerle ilgili (kasıtsız yeminlerinizden) sizi sorumlu tutmaz. Ancak kalplerinizin kazandıklarıyla (kasıtlı yeminlerinizden) sorumlu tutar.[1] Allah çok bağışlayandır, hoşgörülüdür.
226. Kadınlarına îlâ'da[1] bulunanların dört ay beklemesi gerekir. (Bu sürede hanımlarına) dönerlerse, şüphesiz ki Allah çok bağışlayandır, çok merhametlidir.
227. (Bu süre sonunda hanımlarını) boşamaya karar verirlerse (ayrılırlar). Şüphesiz ki Allah duyandır, bilendir.
228. Boşanmış kadınlar, kendi kendilerine (evlenmeden) üç âdet hâli beklerler.[1]Onlar Allah'a ve ahiret gününe inanmışlarsa, rahimlerinde Allah'ın yarattığını gizlemeleri kendilerine helal olmaz. (Kocaları) barışmak isterlerse, bu durumda onları (boşanma sürecindeki eşlerini) geri almaya daha fazla hak sahibidir. (Erkeklerin) kadınlar üzerindeki (hakları gibi), kadınların da (erkekler üzerinde) belirli (hakları) vardır. O (boşanma sürecindeki) erkeklerin, onlara (boşanma sürecindeki kadınlara) bir derece (önceliği) vardır. Allah güçlüdür, doğru hüküm verendir.
229. Boşama iki kezdir. (Bundan sonrası) ya iyilikle tutmak ya da güzellikle bırakmaktır.[1] Kadınlara verdiklerinizden (boşanmada) bir şey almanız size helal olmaz. Ancak (eşler) Allah'ın sınırlarında kalıp evlilik haklarını tam uygulayamamaktan korkarlarsa bu durum istisnadır. Siz de onların (eşlerin), Allah'ın sınırlarını koruyamayacaklarından korkarsanız, kadının (erkeğe) fidye vermesinde her iki taraf için de vebal yoktur. Bunlar, Allah'ın sınırlarıdır; onları aşmayın! Kim Allah'ın sınırlarını aşarsa işte onlar, zalimlerin ta kendileridir.
230. (Erkek) onu (eşini üçüncü kez) boşarsa, ondan sonra (kadın) bir başka eşle evleninceye kadar onu alması kendisine helal olmaz. Bu kişi (ikinci eş) de onu boşarsa, (her iki taraf da) Allah'ın sınırlarını koruyacaklarına inandıkları takdirde, yeniden evlenmelerinde herhangi bir vebal yoktur.[1] İşte şu (hüküm)ler, (gerçeği) bilmek (isteyen) bir topluluk için Allah'ın açıkladığı sınırlarıdır.
231. Kadınları boşadığınız ve onlar da (üç aylık bekleme) süresinin sonuna geldiklerinde onları iyilikle tutun veya iyilikle bırakın! Haksızlık ederek ve (kendilerine) zarar vermek için onları (zorla) tutmayın! Kim bunu yaparsa elbette (öncelikle) kendine kötülük etmiş olur. Allah'ın ayetlerini eğlence edinmeyin! Allah'ın sizin üzerinizdeki nimetini (size verdiği hidayeti), size öğüt vermek üzere indirdiği Kitabı ve hikmeti (doğru hüküm verme yeteneğini) hatırlayın! Allah'a karşı takvâlı (duyarlı) olun! Bilin ki şüphesiz Allah her şeyi bilendir.
232. Kadınları boşadığınız ve onlar da (üç aylık bekleme) süresinin sonuna geldiklerinde, aralarında iyilikle anlaştıkları takdirde, onların (eski veya aday) eşleriyle evlenmelerine engel olmayın! İşte bununla içinizden Allah'a ve ahiret gününe inananlara öğüt verilmektedir. Bu (öğüdü tutmanız), kendiniz için en iyisi ve en temizidir. Allah bilir, siz bilmezsiniz.
233. Emzirmeyi tamamlatmak isteyen (babalar) için (kendilerinden boşanmış) anneler çocuklarını iki tam yıl emzirirler. Onların uygun bir şekilde beslenmesi ve giyimi, babaya aittir.[1] Hiçbir can (insan), gücünün dışında (bir şeyle) sorumlu tutulmaz.[2] Hiçbir anne, çocuğu sebebiyle, hiçbir baba da çocuğu sebebiyle zarara uğratılmamalıdır. (Baba ölürse) onun benzeri (nafaka temini) mirasçı üzerine yükümlülüktür. Onlar (anne ve baba) karşılıklı anlaşarak ve birbirleriyle görüşerek (çocuğu iki yıldan önce sütten) ayırmak isterlerse kendilerine herhangi bir vebal yoktur. Çocuklarınızı (süt anneye) emzirtmek istediğiniz takdirde, süt anneye vermekte olduğunuzu (ücreti) uygun bir şekilde teslim etmenizde size vebal yoktur.[3] Allah'a karşı takvâlı (duyarlı) olun! Bilin ki Allah yapmakta olduklarınızı şüphesiz ki görendir.
234. İçinizden ölenlerin (geride bıraktıkları) eşleri, kendi başlarına (evlenmeden) dört ay on gün beklerler.[1] (Bekleme) süresinin sonuna geldiklerinde, kendileri hakkında yaptıkları uygun (işlerde) size herhangi bir vebal yoktur. Allah, yapmakta olduklarınızdan haberdardır.
235. (Beklemekte olan) kadınlarla evlenme hakkındaki düşüncelerinizi sunmanızda veya onu içinizde tutmanızda size herhangi bir vebal yoktur. Allah sizin onları anacağınızı bilir. Uygun sözler söylemeniz hariç, sakın onlara gizlice buluşma sözü vermeyin![1] Kitap, (bekleme) süresini dolduruncaya kadar nikâh düğümünü pekiştirmeyin (nikâh kıymaya kalkışmayın)! Bilin ki Allah nefislerinizdekileri (kalplerinizdekini) bilir.[2] Bu sebeple (yanlış yaparsanız) O'ndan (Allah'tan) sakının! Bilin ki Allah çok bağışlayandır, hoşgörülüdür.
236. (Nikâhtan sonra) henüz dokunmadan (cinsel ilişkiye girmeden) veya onlar için belirli bir mehir belirlemeden kadınları boşarsanız size herhangi bir vebal yoktur. (Bu durumda) onlara ödemede bulunun: Güzel davrananlar üzerine bir borç olarak, zengin olan durumuna göre, fakir olan da durumuna göre uygun (bir ödemede bulunmalıdır).
237. Kendilerine mehir belirleyerek evlendiğiniz kadınları, onlara dokunmadan (cinsel ilişkiye girmeden) boşarsanız, kadınların vazgeçmesi veya nikâh bağı elinde bulunanın (kocanın) vazgeçmesi durumu dışında, belirlediğiniz mehrin yarısı[1] (onların hakkı)dır. Affetmeniz (mehirden vazgeçmeniz) takvâya (duyarlılığa) daha uygundur. Aranızda iyiliği unutmayın![2] Şüphesiz ki Allah, yapmakta olduklarınızı görendir
238. Salavat'a (namazlara) ve orta (ideal) salât'a (namaza) devam edin![1] Allah'a saygı içinde (bunu) yerine getirin![2]
239. (Bir tehlikeden) korkarsanız (namazlarınızı) yürüyerek veya binmiş olarak (binek üzerinde kılın)! Güvende olduğunuzda, siz bilmiyorken Allah'ın size öğrettiği şekilde O'nu hatırlayın (namaz kılın)!
240. İçinizden vefat ettiğinde (dul) eşler bırakacak olanlar, (bu) eşlerinin (bıraktıkları maldan) bir yıla kadar (evlerinden) çıkarılmadan yararlanmaları hakkında (sağlıklarında) vasiyet (etsinler)![1] Onlar (eşi ölen kadınlar) giderlerse, kendileri hakkında yaptıkları uygun (işlerde) size bir vebal yoktur. Allah güçlüdür, doğru hüküm verendir.
241. Muttakîler (duyarlı olanlar) üzerine bir borç olarak, boşanmış kadınların uygun bir şekilde (kocalarından) menfaat sağlaması (onların hakkıdır).
242. Allah akıl edesiniz diye ayetlerini size işte böyle açıklıyor.
243. Binlerce (kişi) oldukları hâlde, ölüm korkusuyla yurtlarından çıkıp gidenleri[1] görmedin mi?[2] Allah onlara "(manevi olarak)[3] ölün!" demişti; sonra da onları (manevi olarak) diriltmişti. Şüphesiz ki Allah insanlara karşı lütufkârdır. Fakat insanların çoğu şükretmez.
244. Allah yolunda savaşın![1] Bilin ki Allah duyandır, bilendir.
245. Kim Allah'a güzel bir borç[1] verirse, (Allah) da ona (bunun) pek çok katını verir. Allah dar olarak da verir; bol olarak da verir. Yalnızca O'na döndürüleceksiniz.
246. Musa'dan sonra, İsrailoğulları'nın yöneticilerini[1] görmedin mi? Peygamberlerine, "Bize bir hükümdar gönder (görevlendir) ki (onun komutasında) Allah yolunda savaşalım." demişlerdi. (O peygamber) "Ya size savaş yazılır (farz kılınır) da savaşmazsanız?" deyince, onlar da "Yurtlarımızdan çıkarılmış, çocuklarımızdan (uzaklaştırılmış olduğumuz) hâlde Allah yolunda neden savaşmayalım ki?" demişlerdi. Kendilerine savaş yazılınca (farz kılınınca), içlerinden azı hariç yüz çevirmişler (kaçmışlar)dı.[2] Allah zalimleri bilendir.[3]
247. Peygamberleri onlara "Elbette Allah, Talut'u[1] size hükümdar olarak gönderdi (görevlendirdi)" deyince, onlar "Biz hükümdarlığa daha layık olduğumuz hâlde, kendisine servet ve zenginlik yönünden geniş imkânlar verilmemişken, nasıl o bize hükümdar olur?" demişlerdi. (O peygamber) şöyle demişti: "Allah onu sizin üzerinize seçti, ilimde ve bedende ona üstünlük verdi. Allah, hükümdarlığı dilediğine (layık olana) verir. Allah, (imkânları) geniş olandır, bilendir."
248. Peygamberleri onlara şöyle demişti: "Onun hükümdarlığının işareti, meleklerin taşıdığı, içinde Rabbinizden bir ferahlık ve sükûnet, Musa'nın ailesinin ve Harun'un ailesinin bıraktıklarından bir kalıntı bulunan Tâbût'un[1] size gelmesidir. İnananlarsanız şüphesiz ki bunda sizin için bir delil vardır.""
249. Talut askerlerle birlikte (savaş için) ayrılınca şöyle demişti: "Allah sizi bir ırmakla imtihan edecek. Ondan içen benden değildir, onu tatmayan bendendir; eliyle (sadece) bir avuç alan hariç."[1] İçlerinden azı hariç hepsi ırmaktan içmişlerdi. O (Talut) ve onunla birlikte iman edenler birlikte ırmağı geçince "Bugün bizim Calut'a[2] ve askerlerine karşı koyacak gücümüz yoktur." demişlerdi. Allah'(ın huzurun)a varacaklarına inananlar, "Sayıca az nice birlik(ler), Allah'ın izniyle sayıca çok birlik(ler)i yenmiştir.[3] Allah sabredenlerle beraberdir." demişlerdi.
250. Calut ve askerleriyle savaşa tutuştuklarında,[1] (Talut'un askerleri) "Rabbimiz! Üzerimize sabır yağdır! Ayaklarımızı sabit tut! kâfirler topluluğuna karşı bize yardım et." diye dua etmişlerdi.
251. Allah'ın izniyle onları yenmişler, Davud da Calut'u öldürmüştü. Allah ona (Davud'a) hükümdarlık ve hikmet (doğru hüküm verme yeteneği) vermiş, dilediği ilimlerden öğretmişti.[1] Allah'ın insanlardan bir kısmını(n kötülüğünü) diğerleriyle savması olmasaydı, elbette yeryüzü bozguna uğrardı. Fakat Allah bütün insanlığa karşı iyilik sahibidir.
252. İşte şu(nlar), Allah'ın sana bir amaç ile tilavet etmekte (okuyup aktarmakta) olduğumuz ayetleridir.[1] Şüphesiz ki sen elçilerdensin.
253. İşte şu elçilerin bir kısmını bir kısmına (farklı oldukları noktalarda) üstün kılmıştık.[1] Allah onlardan bir kısmına konuşmuş, bazılarını da derecelerini yükseltmiştir. (Nitekim) Meryem oğlu İsa'ya da apaçık deliller vermiş ve onu Kutsal Ruh (Cebrail) ile desteklemiştik. Allah dileseydi (Allah'ın dileğine uysalardı) onlardan sonra gelen milletler, kendilerine apaçık deliller geldikten sonra birbirleriyle savaşmazlardı. Fakat onlar ayrılığa düştüler; içlerinden kimi iman etti, kimi de inkâr etti. Allah dileseydi (Allah'ın dileğine uysalardı) onlar savaşmazlardı fakat (her şekilde) Allah dilediğini yapar.[2]
254. Ey iman edenler! Kendisinde artık alışveriş, dostluk ve şefaat[1] bulunmayan gün (kıyamet) gelmeden önce, size verdiğimiz rızıktan infak edin (verin)! kâfirler elbette zalimlerdir.
255. Allah (ki) O'ndan başka ilah yoktur. Diridir, hayatı elinde tutandır. Kendisini ne uyuklama tutar ne de uyku. Göklerde ve yerdekilerin hepsi yalnızca O'na aittir. İzni olmadan O'nun katında kim şefaat edebilir ki! Onların önlerindekini de arkalarındakini de bilir.[1] (Bildirmeyi) dilediklerinin dışında (kimse) O'nun bilgisinden hiçbir şeyi kuşatamaz. O'nun egemenliği[2] gökleri ve yeri kapsamıştır. Onları koruyup gözetmek kendisine zor gelmez. O yücedir, büyüktür.[3]
256. Dinde zorlama yoktur.[1] Elbette doğru yanlıştan ayrılmıştır. Kim tağut'u[2] (azgınlık edeni) reddedip Allah'a inanırsa, kopmayan en sağlam kulba[3] yapışmış demektir.[4] Allah duyandır, bilendir.
257. Allah iman etmiş olanların dostudur; onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır.[1] Kâfir olanlara gelince, onların dostları Tağut'tur (azgınlık edendir); onları aydınlıktan karanlıklara çıkarırlar (gömerler). İşte bunlar ateş halkıdır. Onlar orada ebedî kalıcıdır.
258. Allah kendisine hükümdarlık verdiği için Rabbi hakkında İbrahim ile tartışmaya gireni (Nemrut'u) görmedin mi? Hani İbrahim "Rabbim yaşatan ve öldürendir." demişti. O da "Ben de yaşatır ve öldürürüm." demişti.[1] İbrahim, "Allah güneşi doğudan getirmektedir; sen de onu batıdan getir." demişti de o kâfir şaşakalmıştı. Allah zalimler topluluğunu doğru yola ulaştırmaz.
259. Veya (görmediniz mi) o kişiyi[1] ki evlerinin duvarları çatıları üzerine yığılmış (alt üst olmuş) bir şehre uğramıştı. (Bu kişi), "(Şehrin) ölümünden sonra Allah burayı nasıl diriltir acaba?" demişti. Bunun üzerine Allah onu yüz yıl öldürmüş (ölü gibi bırakmış), sonra tekrar diriltmişti. (Allah) "Ne kadar kaldın?" diye sorunca "Bir gün veya günün bir kısmı kadar." demişti. (Allah) ona şöyle demişti: "Hayır! Yüz yıl kaldın. Yiyeceğine ve içeceğine bak, henüz bozulmamıştır.[2] Eşeğine de bak! Seni insanlara bir ibret kılalım diye (böyle yaptık). Şimdi kemiklere bak, onları nasıl düzenliyor, sonra nasıl onlara et giydiriyoruz!" (Durum) kendisi için apaçık bir hâl alınca, "Biliyorum ki Allah her şeye gücü yetendir." demişti.[3]
260. Hani İbrahim "Rabbim! Ölüyü nasıl diriltmekte olduğunu bana göster." demişti. (Rabbi ona) "İnanmadın mı?" diye sorunca (İbrahim) "Hayır (elbette inandım) fakat kalbimin tatmin olması için (görmek istedim)" demişti. Bunun üzerine (Allah) şöyle demişti: "Dört tane kuş alıp onları kendine alıştır; sonra her dağa onlardan birer parça koy! Ardından onları çağır; koşarak (uçarak) sana gelirler.[1] Bil ki Allah güçlüdür, doğru hüküm verendir."
261. Mallarını Allah yolunda infak edenlerin (verenlerin) örneği, yedi başak bitiren bir tohum tanesi gibidir ki her başakta yüz tane (ürün) vardır. Allah dilediğine (layık olana) kat kat (fazlasını) verir.[1] Allah (imkânları) geniş olandır, bilendir.[2]
262. Mallarını Allah yolunda infak edip (verip) arkasından başa kakmayan, (fakirleri) incitmeyenler var ya onlar için Rableri katında ödül(ler)i vardır. Onlara herhangi bir korku yoktur; onlar üzülmeyecek de.
263. Güzel bir söz ve bağışlama, arkasından incitme gelen sadakadan hayırlıdır.[1] Allah zengindir, hoşgörülüdür.
264. Ey iman edenler! Allah'a ve ahiret gününe inanmadığı hâlde malını insanlara gösteriş için infak eden (veren) kişi gibi, sadakalarınızı başa kakarak ve inciterek iptal etmeyin![1] Böylesinin durumu, üzerinde biraz toprak bulunan kayaya benzer ki ona sağanak yağmur isabet etmiş de onu çıplak (topraksız) hâle getirmiştir. Bunlar, kazandıklarından hiçbir şeyi elde edemezler.[2] Allah o kâfirler topluluğunu doğru yola ulaştırmaz.
265. Allah'ın rızasını kazanmak ve nefislerini güçlendirmek için mallarını infak edenlerin (verenlerin) durumu, bir tepedeki bahçeye benzer ki üzerine sağanak yağmur yağmış da iki kat ürün vermiştir. Sağanak yağmur yağmasa bile bir çise (ile de ürün verir).[1] Allah yaptıklarınızı görendir.[2]
266. Herhangi biriniz ister mi ki hurma ve üzümlere (ağaçlara) sahip, arasından sular akan ve kendisi için orada her çeşit meyveden bulunan bir bahçesi olsun (ama) bakıma muhtaç çocukları varken kendisine yaşlılık gelip çatsın; içinde ateş bulunan bir kasırga ona (bahçeye) isabet ederek yakıp kül etsin! Allah düşünesiniz diye ayetleri size işte böyle açıklıyor.
267. Ey iman edenler! Kazandıklarınızın değerli olanlarından ve yerden (topraktan) size rızık olarak çıkardıklarımızdan infak edin (verin)! (Size verilse), gözünüzü yummadan alamayacağınız kötü malı infaka (vermeye) kalkışmayın![1] Bilin ki şüphesiz Allah zengindir, övgüye layıktır.
268. Şeytan size fakirlik vadeder (sizi fakirlikle korkutur) ve size cimriliği emreder (teşvik eder).[1] Allah ise katından size bir bağışlanma ve bir lütuf vadeder. Allah (imkânları) geniş olandır, bilendir.
269. (Allah) hikmeti (doğru hüküm verme yeteneğini) dileyene (layık gördüğüne) verir. Kime hikmet (doğru hüküm verme yeteneği) verilirse, elbette ona pek çok iyilik verilmiş demektir.[1] Öz akıl sahiplerinden başkası (gerçeği) hatırlamaz.
270. Şüphesiz ki Allah yaptığınız her infakı (harcamayı) ve adadığınız her adağı bilir. Zalimler için hiçbir yardımcı yoktur.[1]
271. Sadakaları açıktan verirseniz bu ne güzeldir! Onları gizler de fakirlere öyle verirseniz, işte bu sizin için daha hayırlıdır. O (Allah) da sizin günahlarınızın bir kısmını örter. Allah yapmakta olduklarınızdan haberdardır.
272. Onların hidayeti senin üzerine (bir görev) değildir. Zira Allah dileyeni (layık gördüğünü) doğru yola ulaştırır.[1] Her ne iyilik infak ederseniz kendiniz içindir.[2]Yalnızca Allah rızası için infak edeceksiniz. Her ne iyilik infak ederseniz, size (karşılığı) tastamam verilecektir ve haksızlığa uğratılmayacaksınız.
273. (Yapacağınız yardımlar), kendilerini Allah yoluna adamış (oldukları için) yeryüzünde (kazanç amacıyla) dolaşamayan fakirler için (olsun)![1] Bilmeyenler, onurlarından dolayı onları zengin sanır. Sen onları yüzlerinden tanırsın. Onlar, yüzsüzlük ederek (bir şey) istemezler. Şüphesiz ki Allah yaptığınız her iyiliği bilendir.
274. Mallarını gece gündüz, gizli-açık (Allah yolunda) infak edenler var ya onlar için Rableri katında ödül(ler)i vardır.[1] Onlara herhangi bir korku yoktur; onlar üzülmeyecek de.
275. Faiz yiyenler, şeytan çarpmış kişilerin kalktıkları gibi kalkarlar.[1] Bu, onların "alışveriş tıpkı faiz gibidir." demeleri yüzündendir. (Oysa) Allah alışverişi helal, faizi haram kılmıştır. (Artık) kime Rabbinden bir öğüt gelir de (faizden) vazgeçerse, geçmişte olan (kazançları) kendisinindir.[2] Onun işi Allah'a (kalmış)tır. Kim de (tekrar faize) dönerse, işte onlar ateş halkıdır; orada ebedî kalıcıdır.
276. Allah faizi siler (malın ve servetin bereketini giderir); sadakaları ise artırır.[1] Allah küfre dalanları, günahta ısrar edenleri sevmez.
277. İman edip iyi işler yapan, namaz kılan ve zekât verenler var ya, Rableri katında onlar için ödül(ler)i vardır. Onlara herhangi bir korku yoktur; onlar üzülmeyecek de.[1]
278. Ey iman edenler! Allah'a karşı takvâlı (duyarlı) olun! İnanıyorsanız, faizden (elinizde) kalan kısmı terkedin!
279. (Böyle) yapmazsanız, Allah ve Elçisi tarafından (faizcilere açılan) savaştan haberiniz olsun![1] tevbe ederseniz, malınızın aslı (anaparanız) sizindir. (Böylece) ne haksızlık etmiş ne de haksızlığa uğramış olursunuz.[2]
280. (Borçlu) dardaysa eli genişleyinceye kadar ona zaman vermek (gerekir). Bilirseniz (alacağınızı) bağışlamanız sizin için hayırlı olandır.
281. Allah'a döndürüleceğiniz, sonra da herkese kazandığının (karşılığının) eksiksiz verileceği ve onların haksızlığa uğratılmayacağı bir güne karşı duyarlı olun![1]
282. Ey iman edenler! Belirlenmiş bir süreye kadar birbirinize borçlandığınız zaman onu yazın![1] Bir kâtip onu aranızda adaletle yazsın! Hiçbir kâtip, Allah'ın kendisine öğrettiği gibi yazmaktan kaçınmasın; (olduğu şekilde) yazsın! Üzerinde hak olan (borçlu) kişi de yazdırsın; Rabbine karşı takvâlı (duyarlı) olsun ve borcundan hiçbir şey eksiltmesin (eksik yazdırmasın)! Üzerinde hak olan (borçlu) kişi, aklı kıt veya zayıf ya da yazdırmaya gücü yetmiyorsa, velisi (onu) adaletle yazdırsın! Erkeklerinizden iki şahit de bulundurun! İki erkek bulunamazsa, razı olacağınız bir erkek ile biri yanılırsa (şaşırırsa) diğerinin ona hatırlatması için iki hanım şahit (olsun)![2] Şahitler, çağrıldıkları zaman (şahitlik etmekten) kaçınmasınlar! Küçük veya büyük hiçbir şeyi süresiyle birlikte yazmaya sakın üşenmeyin! Böyle yapmanız, Allah katında daha adil, şahitlik için daha sağlam, şüpheye düşmemeniz için daha uygundur. (Ancak) aranızda gerçekleştirdiğiniz ticaret peşin olursa bu hariç; bu durumda onu yazmamanızda sizin için hiçbir vebal yoktur. Karşılıklı (yüz yüze) alışveriş yaptığınızda (da) şahit tutun![3] Yazan da şahitlik eden de zarara uğratılmasın![4] (Bunu) yaparsanız şüphesiz ki bu, yoldan çıkmanız demektir. Allah'a karşı takvâlı (duyarlı) olun! Allah size öğretiyor.[5] Allah her şeyi bilendir.
283. Yolculuktayken kâtip bulamazsanız (borca karşılık) alınmış bir rehin (kapora yeterlidir). Birbirinize güvenirseniz, kendisine güvenilen kişi, emaneti (sahibine) versin ve Rabbi olan Allah'a karşı takvâlı (duyarlı) olsun! Şahitliği (bildiklerinizi) gizlemeyin! Kim onu gizlerse onun kalbi günahkârdır.[1] Allah yaptıklarınızı bilendir.
284. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi yalnızca Allah'a aittir. İçinizdekileri açığa vursanız da gizleseniz de Allah sizi onunla hesaba çekecektir.[1] (Allah) dileyeni (layık gördüğünü) bağışlar; dileyene (layık gördüğüne) de azap eder.[2] Allah her şeye gücü yetendir.
285. O elçi, Rabbinden kendisine indirilene iman etti, müminler de. Hepsi Allah'a, meleklerine, kitaplarına, elçilerine iman ettiler. (Müminler) "O'nun (Allah'ın) elçilerinden hiçbiri arasında fark gözetmeyiz."[1] (derler). "İşittik, itaat ettik. Rabbimiz, affına (sığındık)! Dönüş yalnızca sanadır." derler.
286. Allah hiçbir canı gücünün yetmeyeceği şeyle sorumlu tutmaz.[1] (Herkesin) kazandığı (iyilik) kendi lehine, kazandığı (kötülük) de kendi aleyhinedir.[2] "Rabbimiz! Unutur veya hataya düşersek bizi sorumlu tutma! Rabbimiz! Bizden öncekilere yüklediğin gibi bize de ağır yük[3] yükleme! Rabbimiz! Bize gücümüzün yetmediği şeyler yükleme! Bizi affet! Bizi bağışla! Bize merhamet et! Sen bizim mevlamızsın (efendimizsin)! kâfirler topluluğuna karşı bize yardım et!"
Ayetbul | Kuran Mealleri | Quran | Mehmet Okuyan meali | Bakara suresi